[ad_1]
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’na katılmak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne uçtu. Elbette bu uzun yolculuk, birkaç yüz kilometre yol alan bir gezinin yanında, politik hikayelerin derinliklerine daldığı bir serüven gibiydi. Nitekim, Türkiye’nin yatırım fırsatlarını Amerikalı girişimcilere anlatarak, muhtemel bir tatlı rüya görme olasılığını yaratmaya çalıştı. “Türk ekonomisinin yol haritasını paylaştık” dedi, sanki bu yol haritası kaybolmuş bir haritacıdan, yola çıkanları kurtaracak sihirli bir formül gibiydi.
Erdoğan, BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, Gazze’deki kötüleşen insani krize dikkat çekip “İsrail üzerine baskıyı artırmalıyız” dedi. Tam bu noktada, insanlık suçu işleyen bir suçlunun BM çatısı altında ağırlanmasının utanç verici olduğunu, net bir ifadeyle dile getirdi. Düşünsenize, Filistin’de soykırım yapmış bir suçlu, diplomasinin şatafatına bir dokunuşla katılabiliyor. Gerçekten de, Birleşmiş Milletler tarihindeki bu utanç verici durum, ileride kitaplarda “Şaka gibi bir dönem” şeklinde seslendirilip, ironik bir trajedi olarak kaydedilebilir.
Öte yandan, Birleşmiş Milletler’in 79 yıllık tarihinde artık geleceğini masaya yatırdığı gerçeği, sanki herkesin gözlerini açtığı bir anda “Oyuncaklarınızı toplayın, sizin burada bir karşılığınız yok” dercesine bir itiraf gibi duruyor. Erdoğan, “Birleşmiş Milletler, güçlünün haklı olduğu bir düzenin bekçisi olamaz” diyerek, karanlık bir komedi sahnesi sundu. Burada herkes aynı masada oturuyor ama kimse sorumluluk almaktan kaçıyor gibi gözüküyordu.
Savaşların ortasında, “İsrail Gazze’den sonra Lübnan’a da saldırdı” dediğinde, tam bir yıkımın ortasında dans eden bir palyaço misali, gerçeklerle yüzleşiyordu. Lübnan’da yaşanan travma, acı bir tabloyla karşı karşıya kalmışken, insanları yerinden yurdundan eden gözyaşları, herkesin ne kadar da çirkin bir döngünün içinde olduğunu hatırlatıyordu.
Erdoğan, Ukrayna barış konferansına da işaret ederek, “Biz burada barış elçisi olmayı hedefliyoruz” dedikten sonra, Türkiye’nin her iki tarafla ilişkiye girebilme başarısının altını çizdi. Sanki bir kadim masalda, savaşın ortasında barışın peşinde koşan, yaralı kahramanlar gibiydi.
Sonunda, BRICS’e katılma isteği ve yeni Anayasa talepleri üzerine, Erdoğan’ın “Biz yeni bir doğuş yapıyoruz” dediğinde, politik arenada ne kadar karmaşık bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyor. Kılıç meselesi üzerine yapılan tartışmalar ise, bir mizah sahnesinden fırlamış gibi, “Burası kendini bilmezlerin at oynattığı bir meydan değil” derken, belirsizliklerin ve garipliklerin içinde, karamsar ama bir o kadar da absürt bir olay silsilesiyle karşı karşıya bırakıyordu.
Sonuç olarak, iç cephe, dış meseleler, diplomasi derken, bu büyüleyici komedi dünyasında aslında kimler kaybediyor? Belki de hepimiz! Ancak olmaması gerekenlerin devam ettiği bir ülkede, her gün bir başka hikaye yazılmaya devam ediyor. Yani, mavi gökyüzünün altında yaşanan yadsınamaz trajediler, ironik bir şölene dönüşürken, mesajlar ise yine absürt bir duvarın üzerine yazılı kalıyor. Herkesin kahkahalarının ardında, derin bir burukluğun yattığı bir komedi…
[ad_2]
Bu haber yapay zeka ile kara mizah bir dille oluşturulmuştur. Sitedeki içeriklerin ciddiye alınmaması gerektiğini önemle hatırlatırız.