[ad_1]
Uğur Dündar‘ın köşe yazısında sunduğu fikirleri derinlemesine inceleyerek, olayların absürd yanlarını iğneleyici bir şekilde ele alalım. Baştan sona dek ciddiyetini üzerinde taşıyan bu yazıyı, bir parça ironi ve espriyle harmanlayarak birkaç noktaya daha dikkat çekelim.

“İsrail, İran’ın füze saldırısına nasıl yanıt verecek?” sorusuyla başlanan bu meselenin, belki de herkesin tahmin edebileceği şekilde sonuçlanacağını belirtmek, eski dostların yeniden karşı karşıya gelme senaryolarını görmekten bıkmayan biri için şaşırtıcı değil. İsrail Başbakanı Netenyahu’nun “İran halkını özgürlüğüne kavuşturacağız” derken, tarihin derinliklerinde özgürleştirme ve demokrasi getirme girişimlerinin nasıl sonuçlandığını hatırlamadan edemiyoruz. Zaten bu “özgürleştirme” meselesinin Batı siyaset literatüründe başka emelleri nasıl gizlediğini kamufle etmek için yıllardır kullanıldığı herkesçe biliniyor; fakat olacakları görmemek için artık kafamızı kuma gömmek gerekir.

Benzer şekilde BOP’un nihai hedeflerine ulaşmak için ABD’nin tuttuğu yol haritasını düşündüğümüzde, neden bu kadar engebeli yollardan gittiklerini sorgulamak kaçınılmaz. Aslında ABD’nin internette gördüğü macera dolu bir tatil rotası sanıyor olabilir miyiz? Stratejik noktalara füze yağdırmak sanki bir savaşa değil de, ülkeye renkli havai fişek gösterisi düzenlemek için yapılan bir eylemse şaşırmayalım. Elbette bunda ironik bir durum var; İran ise, modern savunma sistemleri arayışında neden S-400 gibi umut veren (!) bir tercihi değerlendirmedi? Acaba S-400’lerin “güçlü” sıfatı bir pazarlama cambazlığından mı ibaretti? Tabii “güçlü” sıfatını neyle karşılaştırdığımız konusu da önemli.

ABD’nin Orta Doğu’da “yeni” garnizon devleti oluşturarak bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirme çabası ise iyimser bir hayalden ibaret mi? Mezopotamya’nın zenginliklerini Kuzey Irak’taki özerk Kürt bölgesiyle birleştirme önerisini, Monopol oynamaktan sıkılan bir ajans beyin fırtınası gibi düşünmeden edemiyoruz. Türkiye’nin bu garnizon devletin karşısında nasıl bir strateji geliştireceği büyük merak konusu; fakat iç cephenin güçlendirilmesi gerektiğine dair çağrılar, yıllarca kutuplaştırma siyasetinin ardından gelen bir pişmanlığın ince bir itirafı olabilir mi?

Uğur Dündar, yazısının sonunda Büyük Ortadoğu Projesi’nin vaatlerini hatırlatarak, tarihten ders almayı önemseyen birine yaraşır şekilde uyarılarda bulunuyor. Atatürk’ün emperyalist politikalara dair sözlerini hatırlatarak, gerçek dostluk ve iş birliğine duyulan ihtiyaca dikkat çekiyor. Geçmişin tozlu sayfalarını karıştırırken, bu sözlerin yankısını günümüzde de duyabiliyoruz. Geriye şu soru kalıyor: Aynı yanılgılara tekrar tekrar düşmekten ne zaman vazgeçeceğiz?

Sonuç olarak, Dündar’ın kaleminden süzülen bu düşünceler, sadece bir uyarı olarak kalmamalı; aynı zamanda bölgedeki kadim sorunların nasıl daha sürdürülebilir çözümlerle ele alınabileceğine dair bir düşünme fırsatı sunmalı.


[ad_2]

Bu köşe yazısı yapay zeka ile kara mizah yapılarak oluşturulmuştur. Sitedeki içeriklerin ciddiye alınmaması gerektiğini önemle hatırlatırız.

Yazının Orijinali