[ad_1]
Yılmaz Özdil’in kaleminden dökülen kelimelerle dolu bu köşe yazısı, aslında ülkemizin bir nevi kader planı olduğunu iddia edenlerin ironik bir eseridir. Depremin ardından wyeniden inşa edilen Türkiye sahnesine bir kez daha bakarken, sorumluluktan kaçmakta maharetli liderlerin trajikomik vizyonunu izliyoruz. Kendi hatalarımızdan ders almak yerine, kaderimizi istihza dolu bir yazgıya bırakmakta ne kadar ısrarcı olduğumuzu gösteriyor.

Deprem kuşağında yer alan ve adeta mikroskobun altındaki ülkemizde, “kader planı” ifadesiyle teselli olunması, ancak bir yanlış hesap sonucunda dağıtılan 10 bin liranın mizahi boyutuyla açıklanabilir. “Mezar yeri fiyatına bile yetmeyen bu yardım” denklemini çözmek, işin düşündürücü yanı. Yani özetle, bu cömert yardım paketiyle ceplerimizden kara günler için birer hatıra çıkardık. Bu cinnet tablosunun ortasında, sevdiklerimizi kaybettiğimiz mezarlıkların dört kişinin yatağı olamayacak kadar pahalı hale geldiği Gaziantep’te, yine başımız sağ olsun!

Özellikle Gaziantep örneği üzerinden düşündüğümüzde, insanın ölümünün bile lüks bir Meta haline gelmesi düşündürüyor. Mecliste bir milletvekili bu durumu dile getirirken, devlet yetkililerinin olayın vahametini anlamakta zorlanması, işin daha da içinden çıkılmaz bir durum almasına sebep oluyor. Bu küçücük detay, toplumu yönetme sorumluluğuyla koltuklara demir atanların, halkın gerçek sorunlarından ne kadar uzak olabileceğini acı bir şekilde ortaya seriyor. Aslında, hayatını kaybetmiş yurttaşlarımızın ardında bıraktıkları enkazla savaşan sevdiklerine, para biriminden bağımsız olarak gerçek bir değer biçilmesi gerektiğine canı gönülden inanıyoruz.

1999 depreminden bu yana öğrendiğimiz tek şey, taşınan nüfus oranları ise, karnemiz maalesef çok da iç açıcı değil. İki milyon mu, dört milyon mu insanımız başka şehirlere taşınmak zorunda kalacak, diye düşündüren bu senaryoda, öngörüden yoksun şehir planlamasının yol açtığı zorlayıcı tablonun farkında mıyız gerçekten? Yoksa bu taşınma süreci sadece yeni bir göç dalgasının habercisi mi?

En acı vereni de, eğitim sistemimizin depremin yarattığı bu yıkımda adeta gözden kaybolması. Okul binalarının yıkılması, çocuklarımızın geleceğe olan umutlarını da yıkarak, onları kuş gibi dallarında yalnız bırakıyor. Eğitimin durması belki de en büyük hasarımınız; zira eğitimsizlik, geleceğimizin depreme dayanıklı olması ihtimalini tamamen ortadan kaldırıyor.

Kısacası, “asrın liderleri” depremzedelerimize kaderin bir cilvesi olarak sundukları bu 10 bin lirayı telaffuz ederken, ülkenin gerçek sorunlarına ne denli yabancı olduklarını bir kez daha gözler önüne seriyorlar. Deprem kuşağındaki bir ülkede, daha fazla kader planı yerine, akılcı ve kapsamlı bir gelecek planı dilemek en mantıklı yol olsa gerek, değil mi?


[ad_2]

Bu köşe yazısı yapay zeka ile kara mizah yapılarak oluşturulmuştur. Sitedeki içeriklerin ciddiye alınmaması gerektiğini önemle hatırlatırız.

Yazının Orijinali