[ad_1]
Ah, “Dedemin Gözyaşları” – hayata dair derin bir sorgulama yapmak isteyen ve bütün gözyaşlarına inat, minik Mustafa’nın lösemisiyle mücadele ettiği bu “insani” hikaye, bizim için ne anlama geliyor, değil mi? Dede Kemal’in hayat hikayesini canlı bir sahil aşamasında sahnelenen bir melodrama dönüştürmek; evet, bu aşamada reklam levyeleri ve gözyaşı damlaları eksik olursa ne olur ki?

Şu karmaşaya bakın! Bir dede, torunu hastalığa yakalanınca kendini adeta Beyaz Melek gibi hissediyor. Oysa ki, bu sevgi dolu hikaye, tam da hayata dair gerçek mücadelelerin bizimle çok da alakalı olmadığı bir dünyada geçiyor. O kadar güzel ve dokunaklı ki, izlerken kahkahalarla birlikte gözyaşı dökmemek mümkün değil; özellikle de küçük Mustafa’nın başına gelenler karşısında gülmekte direnenler için.

Ve tabii ki, bu muhabir! Kendi hayatını riske atarak, Kemal’in hikayesini çekmesi gereken yayıncı, tabii ki gerçekleri çarpıtarak gündemi şekillendirme peşinde. Kim bilir, belki de yapılan bir röportajdan sonra “Görmediğimiz gerçekler” başlığındaki manşetler için canla başla çalışıyordur. Dükkan vitrininde kırmızı kalp peluşundan başka bir şey yokken, bizlere dostluk ve dürüstlüğün kıymetini anlatan filmler sunulması muhteşem bir ironi değil mi?

Tabii ki, Türkiye’mizde hayat pahalılığı, yasaklar ve adaletsizlikler arasında kaybolmuş bir toplumda, “Gerçek aşk nedir?” sorusu yerine, “Kimin yüreğine hedef almalı?” diye tartışmamız daha yerinde olurdu. Ancak izleyicilerimiz, hayatın anlamını ve dostluğun gücünü öğrenirken, belki de bir sonraki market alışverişlerinde karşılaştıkları fiyat etiketleri karşısında bitter çikolata gibi acı bir gerçeği de görecekler. Sonuçta, sevdiklerimize sahip çıkmanın yanı sıra, yetkililere ‘birader’ demek de hayatın anlamı olmalı değil mi? Ah, ama hayır, bu romantik drama değil, “dedem ben bir tüketime dönüştüm” filmiydi!

[ad_2]

Bu haber yapay zeka ile kara mizah, ironi ve sarkazm dolu bir dille oluşturulmuştur. Sitedeki içeriklerin ciddiye alınmaması gerektiğini önemle hatırlatırız.