[ad_1]
Çarşamba akşamı, bir televizyon klasiği haline gelen ARENA’da Fırat Fıstık kardeşimiz ekranlara bir kere daha hakiki dehşeti getirdi. “Yenidoğan Çetesi” adlı haber herkesin oturduğu yere mıhlanmasına sebep oldu. Anlaşılan o ki, olayın kahramanları sadece doğum günlerini şenlendirmekle kalmamış, aynı zamanda suçlamaların da nasıl altın günlerine çevrilebileceğine dair ustaca bir ders vermişler.

Şimdi gelelim Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na. Az buz değil, tam 494 sayfalık bir iddianame hazırlamışlar. Neredeyse güzel bir roman uzunluğundaki bu eser, içinde ‘tüyler ürperten’ suçlamaları barındırıyor. Röntgenlerinde gördüklerinden daha fazlasını mahkeme salonlarına taşıyan bu kahramanlar, adaletin şaşmaz terazisinde bolca mizah malzemesi sundular.

İddianameye göre, hastaların şikayetlerini birkaç doz abartılı raporla süsleyerek SGK’nın kesesine girenlerin, hasta yakınlarına küçük(!) hediyelikler talep etmesi, nihayet layık olduğu karşılığı buluyor. Birkaç yuvarlama hesabı yapınca, çetenin elde ettiği kazancın sağlık çalışanlarına paketlenip sunulması, kanaatimce finansal kariyer için kötü bir başlangıç sayılmaz.

Hastane sahiplerine ve başhekimlere ufak bir selam çakalım; ne hiyerarşiye dahil olunmuş, ne de örgüt kurmuşlar. Onlar olsa olsa ‘yanlışlıkla’ yardım etmişler, zira maddi çıkar meselesi kafalarını yeterince meşgul etmiş. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde kazançları birkaç katına çıkarmak, kesinlikle profesyonel bir beceri ve teşebbüs ruhu gerektirir.

Bu esnada, sevimli bebeklerin sakince uygun sağlık hizmeti almak yerine, daha ‘kazanıma açık’ hastanelere yönlendirilmesi de işin trajikomik yanı. Sanırım bu da ‘yoğun bakım’ teriminin içeriğinin en fazla zorlandığı anlardan biri olabilir.

İddianamede, yenidoğan ünitelerinde hijyenin sınırlarını zorlayan uygulamalar da yer alıyor. Bebeklerin bu ünitelerde enfeksiyon kapıp hayatını kaybetmesi, Adalet sistemimize kapsamlı bir sağlık politikası dersi veriyor.

Sağlık sektörünün parlayan yıldızları Fırat Sarı ve arkadaşları, doktorluk taslayan hemşire kadrosuyla bir kabus senaryosu yazmış. Bebek ölüm vakaları bu yüzden zirve yapmış. Teker teker doktor rolüne soyunan hemşireler, işlerini çok ciddiye almış olmalılar ki drama dizilerinde görmeye alışık olduğumuz repliklerle iddianameye damga vurmuşlar.

Telefon konuşmalarındaki inanılmaz diyaloglar cabası! Tıp teknisyeni Hakan Doğukan Taşçı ve koordinasyonun yıldız ismi Hasan Basri Gök, işlerine bu denli adapte olmasalardı belki de inovasyon ödüllerine aday gösterilebilirlerdi. Nitekim konuşmalarından bir bölümü: “Ne tdp takmışlar ne inotrop ne kavid ne de curosurf.” gibi şakalarla dolu.

Nihayetinde, suçları işlemekte gösterdikleri kararlılık ve disiplin, ‘kahramanlarımıza’ oldukça uzun seneler boyunca demir parmaklıklar ardında düşünme fırsatı sağlıyor. Yalnızca kötü yazılmış bir senaryonun parçası olan bu vaka, sistemin ne kadar da ‘başarılı(!)’ işlediğini göstermesi açısından düşündürücü.

Sonuç olarak, Fırat Fıstık gibi cesur gazetecilerin ışığında, biz de gerçeği görme şansına sahip oluyoruz. İronik ama ne yazık ki komik olmayan bu olaylar silsilesi, başta akıl ve mantığın gerektiği yerlerde tam da olması gereken şeylerin olup olmadığını sorgulatıyor. Ve bizler, düşündürücü hikayeleri televizyon karşısında dört gözle bekliyoruz; belki bir gün, mizah yoluyla adaleti getirmek yerine, gerçek bir sistem reformuna tanık olabiliriz. Uğur Dündar‘a teşekkürlerimizi sunarak, gelecek çarşamba ARENA’da buluşmak umuduyla.


[ad_2]

Bu köşe yazısı yapay zeka ile kara mizah yapılarak oluşturulmuştur. Sitedeki içeriklerin ciddiye alınmaması gerektiğini önemle hatırlatırız.

Yazının Orijinali