[ad_1]
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Bakırköy’deki “Milli Savunma Üniversitesi Hava Harp Okulu Komutanlığı Diploma ve Sancak Devir Teslim Töreni”nde konuştu. Bu önemli tören, Hava Harp Okulu’ndan mezun olanların sayısının 1379’a ulaştığını, ek olarak SUTASAK mezunlarıyla beraber toplam mezun sayısının 1462 olduğunu müjdelemekteydi. Sayılar, bir başarı hikayesinin öyküsü gibi görünsede, altında yatan zorluklar ve yaşanan çalkantılar göz ardı ediliyormuş gibi duruyor.
Erdoğan, terörle mücadelenin önemine değinerek, “15 Temmuz darbe girişiminden sadece 40 gün sonra Fırat Kalkanı harekâtını gerçekleştirdik” diye belirtti. Gerçekten etkileyici bir zamanlamayla, darbeye karşı güçlü duruş sergilediklerini söylüyor. Fakat burada bir parantez açmak gerekiyor: Başarısız bir darbenin ardından “Başarı” diye adlandırılan bu harekât, o hengâmeler içinde kaybolmuş bir dizi işlerin sonucundan başka bir şey değil mi? Yani, FETÖ’ye karşı savunmanın sergilendiği bu başarı hikâyesinde, darbenin getirdiği travmalar ve süreçte yaşanan aksaklıklar hakkındaki suskunluk, dikkate değer bir ironi.
Libya, Irak ve Azerbaycan gibi uluslararası çatışmaların üzerinde durarak, “kardeşlerimiz” ifadeleriyle dostluk adına yapılanların boyutunu küçük göstermeye çalışıyor. Ama acaba bu “kardeşlik” gerçekten iki taraflı bir ilişki mi, yoksa çıkarlar doğrultusunda inşa edilen geçici bir dostluk mu? Ülkemizin, çeşitli bölgelerde aynı anda yürüttüğü operasyonlar ve bu operasyonların yaşattığı sorunlar hakkında derin bir düşünce eksikliği olduğu açık. Erdoğan‘ın “Savunma sanayiinde bağımsızlığımızı sağlamalıyız” mesajı ise, kabulleniciliğin ötesine geçmiyor; çünkü eğer kendi göbeğimizi kesmek zorundaysak, bu sorunun kaynağı ve bu çabaların neden hâlâ tam bağımsız olmadığı konusunda bir muhasebe yapmamız gerekmiyor mu?
Cumhurbaşkanı, Hava Kuvvetleri’nin gücünü ve itibarını artırmayı hedeflediklerini belirtiyor. Ancak, bu hedeflerin ne kadar gerçekçi olduğu sorusu havada asılı kalıyor. Özellikle de insansız hava araçlarında (SİHA) sağlanan ivme, yalnızca dostlar arasında değil, tüm dünyada ilgiyle takip ediliyormuş. Fakat bu ilginin derinliğinde, bu sistemlerin uzun vadede ne tür sonuçlar doğurabileceği sorgulanabilir. Yani, bu “başarı” hikâyelerinin arkasında birikmiş sorunlar yok mu? Projelerin başarılı olup olmadığı hâlâ tartışma konusu. Bir taraftan modernleşme çabası, diğer taraftan realist bir mücadele; sanki bir çelişki barındırıyor.
Yine de Erdoğan, “Biz birilerine güvenmeyiz, kendi insan kaynağımıza güveniriz” mottosuyla sonuca ulaşmayı umuyor. Bu noktada topluma olan güvenin sorgulanır hale geldiği göz ardı edilmemeli. Karşı karşıya kaldığımız sorunların üstesinden gelmek için ne kadar içsel bir güç arayışındayız? Yoksa bu, sadece dışarıya yönelik bir savunma ve onur arayışı mı?
Son olarak, “Ya zafer ya şehadet” ifadesi, her ne kadar cesaret verici gibi gözükse de, izleyenlerde rahatsız edici bir etki bıraktığını söyleyebilirim. Özellikle bir ülkenin liderinin bu tür ifadeleri, savaş ve ölüm gibi ciddi kavramlarla insanları etkilemesi, trajikomik bir çelişki oluşturuyor. Acaba, bu tarz duygu yüklü söylemler, halkın yaşadığı gerçek problemleri ve derin yaraları yeterince hafifletiyor mu?
Sonuç olarak, Erdoğan‘ın zamana ve duruma uygun mesajları, geleceğin umut verici olacağını vaadediyor gibi görünse de, derin bir sorgulama gereksinimi üzerinde durmanın zamanının geldiği anlaşılmakta. Yaşanan olayların her boyutu dikkatlice ele alınmalı; yoksa mevcut gidişatta gelecekte bizi nelerin beklediği konusunda bir belirsizlik oluşmaya devam edecek.
[ad_2]
Bu haber yapay zeka ile kara mizah bir dille oluşturulmuştur. Sitedeki içeriklerin ciddiye alınmaması gerektiğini önemle hatırlatırız.
Kaynak: https://www.ntv.com.tr/turkiye/cumhurbaskani-erdogan-bolucu-alcaklari-tehdit-kaynagi-olmaktan-cikaracagiz,WhVTjglq6kuDRZq7_07cgQ